Sırp oyun yazarı, senarist, tiyatro ve sinema yönetmeni Duşan Kovaçeviç, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nca Nurullah Tuncer rejisiyle sahnelenen son oyunu “Dar Ayakkabıyla Yaşamak”ın prömiyeri için İstanbul’daydı.
Kovaçeviç’in Türk tiyatrosu için önemi bir hayli büyük. “İntiharın Genel Provası”, “Profesyonel” ve “Buluşma Yeri” adlı oyunları, İstanbul sahnelerinde eşzamanlı olarak izleyiciyle buluşmuş, dahası bu oyunlar kapalı gişe oynamıştı. “Tiyatro ölmedi işte, ölmeyecek” diyor Kovaçeviç: “İnsan hayatı dümdüz bir çizgide değil, trajedi ve komedi arasında gelgitlerle dolu. Ben de varoluşçuluğun temelindeki sorularla ilgileniyor, yanıtlarıyla oynuyorum.”
Oyunları bugüne dek 21 dile çevrilen, günümüzün yaşayan en önemli oyun yazarları arasında gösterilen Kovaçeviç anlatıyor…
Trajediden bıkmak…
– Türkiye’de oyunlarınızı hem tiyatro dünyasının hem de seyircinin bu kadar benimsemesini siz nasıl açıklıyorsunuz?
Öncelikle benim oyunlarımın Türkiye’de seyirci ile karşılaşma nedeninin çevirinin başarısı olduğunu düşünüyorum. İkinci aşamada yönetmenin, üçüncü aşamada ise oyuncuların başarısının etkili olduğuna inanıyorum. Diğer yandan, “toplum nedir, birey nedir” gibi konulara, Türk halkıyla aynı duyarlıkla baktığımızı görüyorum. Bir de tabii oyunlarımın komedi tarafının olması da çok izlenmesinin bir nedeni. Çünkü dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de insanlar trajediden bıkmış durumda…
– Emir Kusturica’nın ünlü “Yeraltı” filminin gizli kahramanı, senaristi sizsiniz. Diğer yandan, “Profesyonel” ve “Balkan Ajanı” oyunlarınız, sizin yönetmenliğinizde sinemaya uyarlandı ve ödüller aldı. Farklı disiplinlerde üretimde bulunurken nasıl bir yöntem izliyorsunuz?
Aslında ben oyun yazarken kafamda bir sinema filmini, tiyatroya uyarlıyorum. Yani bir sinema filmi düşünür gibi tiyatro oyunu yazıyorum.
Herkesi ilgilendiren sorular
– “Profesyonel” Yugoslavya’daki büyük dönüşümü ele alırken, “Buluşma Yeri”nde, yaşam ve ölümle ilgili soruların yanıtı aranıyor. “İntiharın Genel Provası”nda ise insanın modernite karşısındaki çaresizliğini görüyoruz. Bu kadar farklı konularda üretmenizde, belli bir konuya hapsolmamanızda etkili olan nedir?
Özel hayatımda çok değişik konulara ilgi duyuyor olmam herhalde… İnsanın bu dünyadan gittikten sonra ne olduğu, başına neler geldiği sorusu ile çok ilgileniyorum. Eminim bu sorular tüm insanları ilgilendiriyor, çünkü bunlar varoluşçuluğun temelinde olan sorular ve ortada hiçbir delil yok. O zaman bir yazar olarak ben de bu sorularla ve yanıtlarıyla oyun oynayabilirim diye düşünüyorum.
– Sırbistan’dan sonra ilk kez Türkiye’de seyirciyle buluşan “Dar Ayakkabıyla Yaşamak” oyununuzu seyirciyle birlikte izlediniz. Daha önceki oyunlarınızı da burada izlemiştiniz. Türkiyeli tiyatro seyircisi ile ilgili gözlemleriniz ne yönde?
“Dar Ayakkabıyla Yaşamak”ı, kendi ülkemdeki sorundan yola çıkarak, ama dünyanın birçok ülkesindeki ekonomik krizi, grevleri göz önünde bulundurarak yazmıştım. Dünyada birçok insan dar ayakkabıyla yaşıyor ve yürümekte zorluk çekiyor, ancak ne yazık ki bu sorunlar televizyon şovuna dönüştürülüyor ve insanlar da bu şovları izliyor. Beni Türkiye’de şaşırtan ve mutlu eden, bu kadar çok dizinin, televizyon şovunun etkili olduğu bir ülkede oyunlarımın kapalı gişe oynuyor olması.
Gelgitlerle dolu hayat
– Şu an bildiğim kadarıyla önünüzde boş bir sayfa var, üzerinde çalıştığınız bir eser yok. Boş sayfanın karşısında duran bir yazar olarak kendi durumunuzu nasıl anlatırsınız?
İnsan hayatı dümdüz bir çizgide değil, trajedi ve komedi arasında gelgitlerle dolu. Bu yüzden kara mizah türünde yazmayı seviyorum ama şu an yeni bir esere başlamış değilim. Ve bu benim için en uzun ve yorucu süreç. Şöyle ki, suyu buz gibi olan bir ırmağın yanında yürüyorum. Önünde sonunda bu ırmağa atlamam gerekiyor ama hep erteliyorum. Çünkü yazmak için önce yazdıklarımdan memnun olmam gerekiyor. Ve yazdıklarım, kendi yaşadığım bir sorun olmalı. Daha doğrusu evrensel bir sorun benim sorunumla örtüşmeli…
Kaynak :[-] Meltem Yılmaz