Olimpiyat madalyası ve Nobel ödülü kazanan veya en çok sanatçı yetiştiren ülkelere bakınca, Amerika ve Avrupa başı çekiyor. Acaba onlar neyi farklı yapıyor? Biz nerede hata yapıyoruz?
Yıl 1980. “Bloom’s Taxanomy” fikriyle tanıdığımız Chicago Üniversitesi’nden Prof. Benjamin Bloom, aslında bir başka alanda da inanılmaz araştırmalar yapıyor. O da yetenek gelişimi.
120 tane elit sporcuyu, bilim insanını, heykeltıraşı ve müzisyeni tam 4 yıl boyunca inceliyor ve çok ilginç bir şey buluyor.
Hepsi de aşağı yukarı aynı gelişim evrelerinden geçmiş. Acaba bunlar ne ve Türkiye’deki çocuklar aynı evrelerden geçebiliyor mu?
BİRİNCİ EVRE: İLGİ VE OYUN
Hepsi, çocuk yaşta kendi alanlarına ilgi duymaya başlamış ve genelde ilgileri bir rol model aracılığıyla oluşmuş. Aileden ya da yakın çevrede bir kişiden etkilenmiş. Aile de o alana ilgi duyduğu için, çocuğun etkinlikleri aile bireylerini birbirine bağlamış. Her zaman o konuda heyecanlı sohbetler yaşanmış.
En kritik nokta ise, ilk çalışmalar sadece oyun ve eğlence için yapılmış. Etkinlikler sırasında profesyonellik ve başarı beklenmeden, sadece çocuğun keyif alması sağlanmış.
İKİNCİ EVRE: UZMANLAŞMA
Çocuğun ilgisi devam edince, ailenin desteğiyle çocuk profesyonel olmaya karar vermiş. Kaliteli bir öğretmen veya koç tutulmuş. Ailedeki tüm etkinlikler çocuk etrafında dönmeye başlamış. Onun alandaki gelişimini destekler nitelikte planlanma yapılmış.
Amaç artık keyif değil, uzmanlık kazanma olmuş. Sistemli ve disiplinli çalışma dönemi başlamış. Aile yüksek beklenti içinde olmuş, ama bu asla kazanma ya da derece gibi dış referans olmamış. Aile sadece çocuklarının ellerinden gelenin en iyisini yapmasını istemiş. Ancak bu dönemin ikinci yarısında çocuklar yarışmalara katılmaya başlamış.
Peki, çocuklar nispeten sıkıcı olan bu uzmanlık kazanma dönemini nasıl aşmışlar?
Bu dönemdeki en kritik nokta öğrenme süreci robotik değil; keşfetme, anlam bulma, problem çözme şeklinde kurgulanmış. Çocuklar alanı keşfettikçe ve geliştikçe keyif almaya başlamış.
ÜÇÜNCÜ EVRE: KİŞİSELLEŞTİRME
İkinci evrede teknik olarak beceri kazananlar, bu evrede özgünleşmeye başlamış. Eserlerini ve çalışmalarını kişiselleştirmişler. Kendi tarzlarını ve imzalarını geliştirmişler. Spor/sanat/bilim bir varoluş ve özgürleşme yöntemi olmuş.
Bu kişiler yaklaşık 10.000 saat pratik yapmış.
Yetenek geliştirme süreci aşağı yukarı bu şekilde işliyor: keyif alma, uzmanlaşma ve özgünleşme.
Peki, Türkiye’de çocuklar aynı süreçten geçebiliyor mu?
Biz daha ilk evrede tökezliyoruz. Neden?
En büyük hatamız çocuk alanda pratiğe başlar başlamaz, ondan başarı beklemek. Küçücük çocukları rekabete sokuyoruz. Kazanmalarını ve derece yapmalarını bekliyoruz. Onlara baskı yapıyoruz.
İkinci evrede gelmesi gereken yarışmalar, birinci evrede geliyor. Biz küçük yaşlarda uluslararası yarışmalarda öndeyiz ama sonra kayboluyoruz. Neden?
İlk evre oturmadığı için. Eğlence ve keyif kısmını es geçtiğimiz için, çocuk başarılı olsa bile çabuk sıkılıp alanını erken yaşta bırakıyor. Yani, temeli sağlam atamıyoruz.
İkinci sorun çocukların rol modeli olmaması. Çoğu aile “Çocuğumu hangi alana yönlendirsem acaba?” diye soruyor. Bu ne demek? Kendisinin heyecan duyduğu bir alan yok. Rol model olamıyor.
Aile kendisinde olmayan bir değeri veya ilgiyi çocuğuna kazandıramaz. Çocuk, ailenin ilgisinden ve değerlerinden uzak bir alana yönlenince, aile o alanla ilgi çocukla sohbet edemiyor. Onun heyecanını ayakta tutamıyor. Çocuğun alanı aileyi bütünleştiren bir etkinlik olmuyor.
Kısacası, biz daha ilk evrede sorun yaşıyoruz. Çocuklar farklı alanları denemeli ve ilk amaç her zaman keyif alma ve oyun olmalı. Aile kendisi de model olmalı. Çocuğun etkinliği aileyi bütünleştirmeli.
O zaman sağlam bir temel atmış ve yi bir başlangıç yapmış oluruz.
Özgür Bolat
Kaynak: http://sosyal.hurriyet.com.tr/